ÇOK ÖNEMLİ DUALAR
AŞAĞIDAKİ DUALARI SAMİMİ KALPLE VE ÇOK YAPMANIZ ÇOK FAYDALI
OLACAKTIR.
Allah’ım nimetlerine hamdolsun. Allah’ım Peygamberimize salat ve selam
eyle.
Allah'ım her şeyi yaratan Sensin. Allah’ım Sen herşeye kadirsin.
Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece ol dersin o da hemen olur.
Allah’ım Sana bütün isimlerinle dua ediyorum.
Allah’ım Sana tevbe ediyorum. Allah’ım bütün günahlarımı bağışla.
Allah’ım mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla.
Allah’ım Peygamberimizin hürmetine, Peygamberimizin hakkı için
Türk-İslam Birliği’nin en kısa zamanda kurulmasını sağla.
Allah’ım İslam’ın dünyaya hakim olmasını sağla.
Allah’ım Hz. Mehdi’nin zuhur etmesini sağla.
Allah’ım bizlere hidayet ver. Allah’ım Kuran ahlakını en güzel şekilde
yaşamamızı sağla.
Allah’ım bizlere dünyada da ahirette de iyilikler, güzellikler ver.
Allah’ım cehennem azabından bizleri koru.
Allah’ım Seni hiç unutmamamızı sağla.
Allah’ım bizlere derin iman ver. Allah’ım Seni çok sevmemizi ve Senden
çok korkmamızı sağla.
Allah'ım bizleri bütün hastalıklardan, bütün sıkıntılardan koru.
Allah'ım bizlere bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver.
Allah'ım bizleri bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden koru.
Allah’ım rızanı, rahmetini ve cennetini kazanmamızı sağla. Allah'ım
bizden razı ol.
Allah'ım öleceğimiz zamana kadar Senin rızanı en fazlasıyla kazanmamızı
sağla.
Allah’ım Hz. Mehdi’ye ve Hz. Mehdi’nin talebelerine, Hz. İsa’ya ve Hz.
İsa’nın talebelerine güç, başarı ve sağlık ver.
Allah’ım Peygamberimize salat ve selam eyle.
YÜKSEK
OLMAYAN BİR SESLE, YALNIZ BAŞINA, İÇİN İÇİN DUA
Duanın
tanımı gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında
acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır. Bu yüzden dua, gerçekten
Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu
birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce yapısıyla
sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal
olarak bunu yaşayacaktır. Allah duayı; yalnızca Kendisi'ne has kılınmış, korku
ve umutla, yalvara yalvara, için için yapılacak bir ibadet olarak tarif
etmektedir. Bu özelliklere sahip olmayan, Allah'ın azametini takdir edemeyen
bir dua, gerçek bir dua olmayacaktır. Dua; ancak, ihlaslı, candan, samimi bir
biçimde, çok isteyerek, yalvararak, Allah'tan korkarak ve karşılığını görmenin
umudu içinde olarak yapıldığında gerçek manada dua olur. Duada belli bir
konsantrasyon ve Allah'la çok içten bir bağ kurmak gerekir.
Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi
aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma.
Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler..."
(A'raf Suresi, 205-206)
ALLAH’IN
VARLIĞINI HİSSEDEREK DUA
İnsan
çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım
edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın
varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında
insan sadece dua sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte
olmalıdır.
Her
an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Çünkü ancak
Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve önemini kavrar. Duanın
özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır.
İnsan her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebilir. Önemli
olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.
KORKU VE ÜMİT ARASINDA DUA
Kimsenin
mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da;
"Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28)
ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan
gücünün yettiği kadar korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada
bulunan insanın her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa
gelip Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir
garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini ümid
ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.
Nitekim
gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri Allah
korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin
ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile
inandığı için en büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı
büyüklenmekten kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve
şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında risk sayılan
hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz
güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Müminin ahiret azabından
korkusu duasına da yansımaktadır.
İşte
bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan
duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun
eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama
eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua
ediyorsa, cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua
etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit etmelidir.
"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad)
çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti
iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)
"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından
uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)
Korku ve umut,
Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice
incelendiğinde zaten tüm ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin
hayati önem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.
ALLAH’IN SIFATLARINI
ANARAK DUA ETMEK
Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah
Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gösterendir;
Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık
verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı için, insan bunlarla Rabbimize
seslenerek O'nun büyüklüğünü, yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar.
Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi,
elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a
O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:
"De ki: "Allah, diye çağırın,
'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler
O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında
(orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, 110)
"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin.
O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta
oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, 180)
Kuran'da özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte
yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için yeterlidir:
"(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib
olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.
(Sad Suresi, 35)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve
katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin
Sen." (Al-i İmran Suresi, 8)
(Musa yalvarıp) Dedi ki: "Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi
rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın." (Araf
Suresi, 151)
"Orada Zekeriya Rabbine dua etti: 'Rabbim bana katından tertemiz
bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin' dedi." (Al-i İmran
Suresi, 38)
DUADA ACELECİ
DAVRANMAKTAN KAÇINMAK
İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar. Bu
nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmış olmasının sebeplerinden biri,
cennetin özelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin
artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de
aceleci olduğundan ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini
ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği
zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz
gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde çok
yanlış bir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta
duanın terkedilmesine kadar gider.
Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen
Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için
hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de
siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber
verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı,
O'ndan her şartta razı olmuş bir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek
talep ettiği şey kendisine bir hayır sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu
kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa
kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah
kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini
denemektedir.
Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması,
Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim
Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:
"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların
dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)
Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve
duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan
isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha önemlisi Allah'a olan
yakınlığın arttığının göstergesidir. Duada sabır göstermek mümini
olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gösteren
mümin, duasının karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan,
derin bir manevi hal kazanarak alır.
Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hiç
durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman
yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un
yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç ve iktidar sahibi olması, Hz.
Eyüp'ün şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi
büyük sabır örnekleridir.
Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre
ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş,
sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık
kullar haline getirmiştir.
Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak
asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve
O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. İşte salih bir mümin
duasını, bu kulluk vazifesinin bir parçası olarak yapmalıdır.
SADECE DÜNYA İÇİN DUA ETMEMEK
Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa
"dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?
Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette ki
dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi
Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete
bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir,
Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya
hayatları için, hem de ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece
dünya hayatının geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları
uyarır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"... İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada
ver" der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki:
"Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi
ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık
nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir." (Bakara Suresi,
200-202)
İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için
yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa
duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir insanın amacı Allah'ın
kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu nedenle duası da o
yönde olur.
Dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı olmadığı
gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Müminlerin asıl hedefleri
Allah’ın rızası ve cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten müminse, asıl yurdu
olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak bulunduğu dünya hayatının
nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik
istemelidir.
DUALAR KİŞİSEL DEĞİL, TÜM MÜMİNLER İÇİN OLMALIDIR
Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır.
Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken
çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden
bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için değil, tüm müminler
için istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her
türlü nimete ulaşabilmek için, hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve
aşağılık kılınmamak için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım
isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için istediklerini
diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak gösterilen bir vasıftır.
Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol göstericidir:
"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı
bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük
yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi
affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve
katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.
Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen
toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi,
8-9)
DUANIN YERİ VE ZAMANI
Kuran'a bakıldığında duanın belli bir zamanı olmadığı görülür. İnsanı
dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin
göstergesidir. İnsanın istek ve ihtiyaçları sürekli olduğu için duası da
sürekli olmalıdır. Yani duanın belirli bir vakti, saati yoktur.
Ancak Kuran'da, duada konsantrasyonun daha kolay sağlanacağı, günlük
uğraşların dışında kalan saatlere, yani geceye ve sabah namazı vaktine dikkat
çekilmektedir. Bir ayette müminler "... seher vakitlerinde
bağışlanma dileyenler" (Al-i İmran Suresi, 17) olarak tarif
edilmekte ve dolayısıyla günün bu en erken saatinin önemi vurgulanmaktadır.
Başka ayetlerde ise, gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma
ve duaya daha elverişli olduğu şöyle bildirilmektedir:
"Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında
uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır.
Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden
kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzemmil Suresi, 6-8)
Dua için belli bir zaman sınırı konulmamış olmasına rağmen, Kuran'ın
seher vaktine ve geceye dikkat çekmesinin büyük hikmetleri vardır. Allah ile
yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde
Allah'ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali çok
azalır. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin
bilinci ile hareket eder.
Kuran'da öğütlenmiş olan gece duası da gün içinde dünyevi uğraşlarla
vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile
olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları
daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar.
İnsanın gece saatlerinde dua için zaman ayırması, gün içinde yapılan
hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine,
bağışlanma dilemesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda yarattığı muhtemel
olumsuzlukların önüne geçilmesine bir vesiledir.
Dua için belli bir mekan da yoktur. İnsan çarşıda, sokakta, arabanın
içinde, okulda, işyerinde, kısacası her yerde dua edebilir. Değişik mekanlarda
olmanın herhangi bir önemi yoktur. Ancak önemli olan insanın her nerede olursa
olsun Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu unutmamasıdır.
DUANIN KABUL EDİLMEYECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEK
Allah'ı gerektiği gibi takdir edemeyen bir insan, doğal olarak Allah'ın
dualara icabet eden sıfatını da kavrayamaz. Dua etse bile Allah'ın duasına icabet
edeceğinden şüphe içindedir. Oysa mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini
işittiğini ve duasına her ne şekilde olursa olsun icabet edeceğini bilir. Çünkü
olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde değil, Allah'ın belirlediği kadere
göre geliştiğinin, O'nun dilediği şekilde yürüdüğünün farkındadır. Bu nedenle,
duasına karşılık görmemek gibi bir kuşkusu yoktur. Bu samimi ruh haliyle dua
edenin duasını da Allah makbul görür ve kabul eder. Allah, Kuran'da şöyle
buyurmaktadır:
Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.
Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim
çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu
bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)
Allah, başka ayetlerde de "... sıkıntı ve ihtiyaç içinde
olana, kendisine dua ettiği zaman icabet eden..." (Neml Suresi, 61-62) olarak
bildirilir ki, bu da yine samimi duaların Allah katında mutlaka karşılık
göreceğinin ifadesidir.
Dolayısıyla duayı, Allah'ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul
olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde
bulunan, yani Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha
başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşmüştür. Çünkü duanın özünde, tam bir
inanmışlık ve içtenlikle Allah'a yönelme yatar.
Bu nedenle dua eden kişinin sahip olması gereken en temel iki özellik,
Allah'a karşı samimiyet ve güvendir. Allah kullarının Kendisine yakın olmasını
ister. Samimi bir ruh hali içinde istenen güzel şeylere karşılık verir. İnsanı
sadece bir su damlasından yaratan, yeryüzünü yoktan var eden Allah için,
herhangi bir kişinin duasına karşılık vermek çok kolaydır. Yapılması gereken
tek şey inançla ve sabırla istemektir.
Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle
dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir
tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya
icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmez. Çünkü
insan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bazen kendisi için zararlı olan bir
şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir. "İnsan hayra dua ettiği gibi,
şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir" (İsra Suresi, 11) ayeti,
bu durumu açıklamaktadır.
Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesinin veya tamamen farklı
bir şekilde icabet edilmesinin bir nedeni, Allah'ın insanları imtihan etmesi de
olabilir. Allah, kullarının sabrını denemek ve onları olgunlaştırmak için
vereceği nimetleri belirli bir hikmete göre belirli sürelerin sonunda verebilir.
Bu ve benzeri nedenlerden ötürü duada istenilen herşeyin hemen
gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Allah dua konusu olan şeyin daha azını verebilir,
belki de mükafat olarak daha fazlasını verebilir, ya da yukarıda saydığımız
nedenlerden ötürü hiç vermeyebilir. Ancak her durumda da Allah Kendisine dua
edenin duasına icabet etmiştir.
SÖZLÜ DUA VE FİİLİ DUA
Allah yeryüzünde meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır.
Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler.
Allah, sözlü duanın yanında insanların çabalarıyla dualarının gerçekleşmesini
ne kadar arzuladıklarını göstermelerini beklemektedir. Bu da "fiili
dua"dır.
Fiili dua, kişinin herhangi bir arzusuna ulaşmak için elinden gelen
herşeyi tamamen yapmasını ifade eder. Bir insanın üniversite imtihanına girmek
için form doldurması, dershaneye gitmesi, ders çalışması bir duadır. Bununla
birlikte tüm bu işleri yaparken Allah'ın kendisine başarı vermesi için istekte
bulunması da bir duadır. Fiili dua, sözlü dua ile birlikte yapılması gereken
temel bir ibadettir. Fiili ve sözlü duayı açıklayan bir başka örnek, tevbedir.
İnsanın işlediği bir günaha karşılık tevbe etmesi ve bağışlanma dilemesi sözlü
bir duadır. Ancak insanın sorumluluğu bununla bitmemektedir. Kendisini kötülükten
koruması için Allah'a dua eden insanın, bu konuda bir çaba göstermesi, tercih
yapması gereken durumlarda iradesine hakim olarak doğru olan yolu tercih etmesi
gerekmektedir. Yani tevbe edip vazgeçtiği kötü davranışına bir daha geri
dönmemelidir. Bunlar ise onun fiili duasıdır.
Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu
hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları ve tedbirleri aldıktan, yani fiili
duasını tamamladıktan sonra "bu işi ben tamamladım" diyerek sözlü dua
etmeyenin yapmış olduğu davranış da o derece yanlıştır.
Dua etmek hem büyük bir görev, hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak
büyük bir vesiledir. Duadan kaçınmak ise, Allah'ın sonsuz rahmetinden yüz
çevirmek, kibirlenmek anlamına gelir. Çünkü Kuran'da, Allah'a dua etmeyenlerin
sonunun cehennem azabı olduğu haber verilir:
Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana
ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler
olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)
Dua; mümin için hem ibadet, hem kuvvetli bir silah, hem de büyük bir
nimettir. Sadece istemek gibi fiilen kolay bir hareketle, maddi, manevi herşeyi
elde edebilmenin anahtarıdır.
Resulullah (sav)'in
dua konusuna verdiği ehemmiyeti aşağıdaki sözlerinden daha iyi anlayabiliriz:
"Allah Katında duadan makbul ve kıymetli hiç bir şey yoktur." (Tirmizi)
"Kul duasında üç şeyin birini almaktan şaşmaz: Ya dua sayesinde günahı bağışlanır veyahut peşin bir mükafat alır veya ahirette karşılığını alır." (Deylemi)
"Allah'ın fazlından isteyin. Allah Kendinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulu, ferahlığı beklemektir." (Tirmizi)
"Kulun Allah'a en çok yakın olduğu hal, secde halidir. Secdede Allah'a çok dua edin." (Müslim)
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman, onları boş çevirmez." (Tirmizi-Ebu Davud)
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allahu Teala dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Buhari-Müslim)
Peygamber Efendimiz
Hz. Muhammed'in (sav) hadislerinde duanın adabı şöyle açıklanmıştır:
1) Şerefli vakitleri aramak:
Sene içerisinde arefe günleri, Ramazan ayı, perşembe geceleri, seher vakitleri, Peygamberimiz (sav)'in çokça dua ettiği zamanlardır.
2) Allah (cc) Katında önemli olan anlarda dua etmek:
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Gök kapıları, İslam topluluğu ile inkarcı topluluğunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazlarının kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilerek dua edin."
Başka bir hadiste ise, "Oruçlunun duası reddolunmaz." (Tirmizi) buyrulmuştur. Böyle anlarda dua edilmesine özen göstermek hem duanın kabulü hem de Sünnet-i Seniyye'nin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
3) Dua sırasında kıbleye dönmek, elleri kaldırmak, avuçları birleştirip avuç içini yüze doğru çevirmek sünnettendir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) dua ettiği zaman koltuk altı görünecek kadar elini kaldırır ve dua sırasında parmakları ile işaret etmezdi. (Müslim)
4) Duayı gizlice, hafif sesle yapmak:
Ebu Musa'dan rivayet edilmiştir. "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) (müdahele ederek): "Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zat, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi. (Kütüb-ü Sitte, 1778)
5) Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kişi tevazu ve huşu içinde istemeli, yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, "İleride duada haddini aşan cemaatler türeyecektir." buyurmuştur. Dua eden kişi aczini ifade etmeli, manasız isteklerden kaçınmalıdır.
6) Allah (cc)'tan korkarak, kabulünü umarak ve ısrarla dua etmek:
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allah dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim deyip hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Müslim)
İÇKİ, KUMAR VE ZİNADAN ŞİDDETLE KAÇININ
ALLAH'IN İÇKİ VE KUMARI YASAKLAMASI
ALLAH'IN İÇKİ VE KUMARI YASAKLAMASI
Ey iman edenler, içki,
kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak ŞEYTANIN İŞLERİNDEN OLAN PİSLİKLERDİR.
Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan,
içki ve kumarla aranıza DÜŞMANLIK VE KİN DÜŞÜRMEK, SİZİ, ALLAH'I ANMAKTAN VE
NAMAZDAN ALIKOYMAK İSTER. Artık vazgeçtiniz değil mi?... (Maide Suresi,
90-91)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. AMA GÜNAHLARI YARARLARINDAN DAHA BÜYÜKTÜR"… (Bakara Suresi, 219)
Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. AMA GÜNAHLARI YARARLARINDAN DAHA BÜYÜKTÜR"… (Bakara Suresi, 219)
Din ahlakı
yaşanmadığında oluşan karanlık tabloda en dikkat çeken yönlerden biri de
insanların, içki ve kumar üzerine kurulu yaşam tarzlarıdır. Din ahlakını
yaşamadıkları için tevekkülün, sabrın, umut etmenin ne olduğunu bilmeyen bu
insanların herhangi bir zorlukla karşılaştıklarında yaptıkları ilk iş içkiye ve
kumara başvurmaktır.
Herhangi bir işleri ters gittiğinde, canları sıkıldığında, kızdıklarında, üzüldüklerinde hatta neşelendiklerinde dahi hemen içkiye sarılıp kendilerince "efkar dağıtırlar". Oysa yaptıkları, başta kendileri olmak üzere tüm çevrelerine zarar vermekten başka bir şey değildir. İçtikleri içkinin dozu arttıkça şuurları daha da kapanır ve artık belli bir seviyeden sonra yaptıkları herşey aşırı alkollü olmaları nedeniyle bir makuliyet kazanır. Böyle bir durumda kişinin çevresine hakaretler yağdırması, toplum içinde hiç yapılmayacak uygunsuz bir hareketi gülerek yapması veya günlük hayatta iş güç sahibi bir kimseyken içki masasında hüngür hüngür ağlaması, cahiliye tabiriyle "dağıtması" toplum tarafından da doğal karşılanan acizliklerdir.
İnsanların içkiyle şuurlarını kapatmaları, bunun sonucunda çevrelerine verdikleri her türlü zarar, hayat boyu kazandıkları herşeylerini kumara yatırıp kaybetmeleri, kavgalar, cinayetler, intiharlar dinsizliğin ne kadar büyük bir zulüm getirdiğinin en açık delilleridir. Bu gerçek, ayetin ifadesinden de anlaşılmaktadır:
Ey iman edenler içki, kumar dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (Maide Suresi, 90-91)
Herhangi bir işleri ters gittiğinde, canları sıkıldığında, kızdıklarında, üzüldüklerinde hatta neşelendiklerinde dahi hemen içkiye sarılıp kendilerince "efkar dağıtırlar". Oysa yaptıkları, başta kendileri olmak üzere tüm çevrelerine zarar vermekten başka bir şey değildir. İçtikleri içkinin dozu arttıkça şuurları daha da kapanır ve artık belli bir seviyeden sonra yaptıkları herşey aşırı alkollü olmaları nedeniyle bir makuliyet kazanır. Böyle bir durumda kişinin çevresine hakaretler yağdırması, toplum içinde hiç yapılmayacak uygunsuz bir hareketi gülerek yapması veya günlük hayatta iş güç sahibi bir kimseyken içki masasında hüngür hüngür ağlaması, cahiliye tabiriyle "dağıtması" toplum tarafından da doğal karşılanan acizliklerdir.
İnsanların içkiyle şuurlarını kapatmaları, bunun sonucunda çevrelerine verdikleri her türlü zarar, hayat boyu kazandıkları herşeylerini kumara yatırıp kaybetmeleri, kavgalar, cinayetler, intiharlar dinsizliğin ne kadar büyük bir zulüm getirdiğinin en açık delilleridir. Bu gerçek, ayetin ifadesinden de anlaşılmaktadır:
Ey iman edenler içki, kumar dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlardan kaçının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (Maide Suresi, 90-91)
Kuran ahlakı kumarı
yasakladığı için müminler buna hiçbir zaman yanaşmazlar. Bunu Allah
korkularından dolayı yapmazlar. Her ne olursa olsun, ne kadar zor durumda da
kalsalar, ne kadar cazip tekliflerle de karşılaşsalar, ne kadar baskı da
görseler, ne kadar teşvik de edilseler bu konuda taviz vermeleri söz konusu
olmaz. Din ahlakında bunlara karşı getirebilecek mazeretler, makul gerekçeler
yoktur. Kimse bahane öne sürme şeklinde bir ahlaksızlıkta bulunmaz. Çünkü bir
şey haramsa bunun tavizi, esnekleştirilmesi, uygulanmaması olamaz.
Din ahlakı yaşanmadığında ise insanların değer yargılarına ve ölçülerine güven olmaz. Çünkü yere, zamana, kişiye, ortama göre değerler de, kişiler de değişirler. Bunlara bağlı olarak çok farklı yorumları olur. Örneğin kumar ve benzeri kötülükler bazı ortamlarda kötü olarak kabul edilirken, bunu kötü kabul eden insanlar tarafından bazı ortamlarda oynanması ya da yapılması normal karşılanır. Otellerde, eğlence yerlerinde oynanması mahsurlu görülmez. Prensip olarak oynamayan biri dahi bu tarz bir yere gidince prensibini bozar ve oynar.
Bir şey kötü ise veya ahlaksızlık olarak kabul ediliyorsa buna hiçbir yerde ve hiçbir şekilde yanaşılmaması gerekir. Yere, zamana ve insanlara göre farklılaşmak oturmamış bir şahsiyetin göstergesidir. Din ahlakının habersiz bir kimsenin de kuvvetli bir şahsiyet ve irade geliştirmesi mümkün değildir. İmanlı ve vicdanlı insanlara düşen görev de, kumarın insan ve toplum yaşamına getirdiği zararları gözler önüne sermek, insanları bu “pislik”ten kaçınmaya davet etmektir.
Din ahlakı yaşanmadığında ise insanların değer yargılarına ve ölçülerine güven olmaz. Çünkü yere, zamana, kişiye, ortama göre değerler de, kişiler de değişirler. Bunlara bağlı olarak çok farklı yorumları olur. Örneğin kumar ve benzeri kötülükler bazı ortamlarda kötü olarak kabul edilirken, bunu kötü kabul eden insanlar tarafından bazı ortamlarda oynanması ya da yapılması normal karşılanır. Otellerde, eğlence yerlerinde oynanması mahsurlu görülmez. Prensip olarak oynamayan biri dahi bu tarz bir yere gidince prensibini bozar ve oynar.
Bir şey kötü ise veya ahlaksızlık olarak kabul ediliyorsa buna hiçbir yerde ve hiçbir şekilde yanaşılmaması gerekir. Yere, zamana ve insanlara göre farklılaşmak oturmamış bir şahsiyetin göstergesidir. Din ahlakının habersiz bir kimsenin de kuvvetli bir şahsiyet ve irade geliştirmesi mümkün değildir. İmanlı ve vicdanlı insanlara düşen görev de, kumarın insan ve toplum yaşamına getirdiği zararları gözler önüne sermek, insanları bu “pislik”ten kaçınmaya davet etmektir.
ALLAH'IN ZİNAYI YASAKLAMASI
Zinaya yaklaşmayın,
gerçekten o, 'ÇİRKİN BİR HAYASIZLIK' VE KÖTÜ BİR YOLDUR. (İsra Suresi, 32)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'AĞIR BİR CEZA İLE' KARŞILAŞIR. KIYAMET GÜNÜ, AZAP ONA KAT KAT ARTIRILIR VE İÇİNDE AŞAĞILANMIŞ OLARAK TEMELLİ KALIR. (Furkan Suresi, 68-69)
Ve onlar, Allah ile beraber başka bir İlah'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'AĞIR BİR CEZA İLE' KARŞILAŞIR. KIYAMET GÜNÜ, AZAP ONA KAT KAT ARTIRILIR VE İÇİNDE AŞAĞILANMIŞ OLARAK TEMELLİ KALIR. (Furkan Suresi, 68-69)
…Çirkin-kötülüklerin
açığına ve gizli olanına yaklaşmayın… (En’am Suresi, 151)
Şüphesiz Allah,
adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan),
kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki
öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Şüphesiz, Müslüman
erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden
(Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık
olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar,
sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç
tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan
kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden
kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir
hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Ve onlar ırzlarını
koruyanlardır; Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı
(tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir. Fakat kim bundan ötesini
ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Mü’minun Suresi, 5-7)
Mü’minlere söyle:
Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu,
onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır. (Nur
Suresi, 30)
Allah'ın Kuran'da
haram kıldığı fiillerden biri olan zina, bunu yapan insanı, tevbe etmediği
takdirde hem dünyada hem de ahirette çok aşağılık konuma düşürecek büyük bir
suçtur.
Zinanın ya da fuhuşun topluma ve zina yapan insanlara maddi-manevi pek çok zararları vardır. Müminler açısından, Allah'ın bu fiilleri yasaklamış olması, bunlardan uzak durmak ve nefret etmek için yeterlidir. Unutulmamalıdır ki Allah meşru olan evliliği teşvik etmektedir. Gayri meşru ilişkide nefs felç olur. İnsanın ruhu kitlenir. Çünkü insanın vicdanının son derece rahat olması gerekir. Allah’a karşı vicdanın huzurlu olması, karşılıklı sevgi ve saygı olması ve insanın ibadet rahatlığı içerisinde olması gerekir. Bir insan suç işlediğini bilerek rahat olamaz. Böyle durumda beyin insanı kilitler. Beyin eğer bir konuya karşı net tavır gördüyse vücudu otomatik kilitlemiş olur. Vücudun her yeri kasılır ve o kişiye azaba dönüşür.
Zinanın ya da fuhuşun topluma ve zina yapan insanlara maddi-manevi pek çok zararları vardır. Müminler açısından, Allah'ın bu fiilleri yasaklamış olması, bunlardan uzak durmak ve nefret etmek için yeterlidir. Unutulmamalıdır ki Allah meşru olan evliliği teşvik etmektedir. Gayri meşru ilişkide nefs felç olur. İnsanın ruhu kitlenir. Çünkü insanın vicdanının son derece rahat olması gerekir. Allah’a karşı vicdanın huzurlu olması, karşılıklı sevgi ve saygı olması ve insanın ibadet rahatlığı içerisinde olması gerekir. Bir insan suç işlediğini bilerek rahat olamaz. Böyle durumda beyin insanı kilitler. Beyin eğer bir konuya karşı net tavır gördüyse vücudu otomatik kilitlemiş olur. Vücudun her yeri kasılır ve o kişiye azaba dönüşür.
Ayrıca, fuhuşun
topluma ve insanlara verdiği aleni zararları görmek de müminlerin imanlarını
artıran bir unsurdur. Kuran ayetlerinde kesin bir biçimde yasaklanan ve kınanan
fuhuşu, hiçbir sınır tanımadan uygulayanların içine düştükleri durum müminler
için bir ibret vesilesidir.
Bugün fuhuş yüzünden pek çok insan onurunu kaybetmiş, kendine olan saygısını ve güvenini yitirmiş, aşağılık bir yaşam çizgisini benimsemiştir. Fuhuş yüzünden çok sayıda yuva dağılmış, aileler çökmüştür. İnsanlara genel bir mutsuzluk, huzursuzluk ve aradığını bulamama psikolojisi hakim olmuştur. Oysa Allah'ın gösterdiği yola uyup, temiz olanı seçseler, diğer bir deyişle helal olan bir seçim yapsalar insanlar hem psikolojik açıdan rahat ederler, hem kendilerine güvenleri gelir, hem karşılıklı sevgi ve saygı muhafaza edilir, hem de sağlam aileler, sağlam toplumlar oluşur.
Bugün fuhuş yüzünden pek çok insan onurunu kaybetmiş, kendine olan saygısını ve güvenini yitirmiş, aşağılık bir yaşam çizgisini benimsemiştir. Fuhuş yüzünden çok sayıda yuva dağılmış, aileler çökmüştür. İnsanlara genel bir mutsuzluk, huzursuzluk ve aradığını bulamama psikolojisi hakim olmuştur. Oysa Allah'ın gösterdiği yola uyup, temiz olanı seçseler, diğer bir deyişle helal olan bir seçim yapsalar insanlar hem psikolojik açıdan rahat ederler, hem kendilerine güvenleri gelir, hem karşılıklı sevgi ve saygı muhafaza edilir, hem de sağlam aileler, sağlam toplumlar oluşur.
Toplumların dejenere
olmasında fuhuşun rolü tartışılmazdır. Çünkü fuhuş, toplumun en temel direği
olan aile yapısını hedef alır. Sonuçta kendilerine ve çevrelerine saygılarını
yitirmiş fertlerden oluşan bir toplum ortaya çıkar. Fuhuşun sadece para
karşılığında yapıldığını düşünmek yanlıştır. Küçük ya da büyük, uzun vadeli ya
da kısa vadeli herhangi bir çıkar karşılığında yapıldığında da yine aynı anlama
gelmektedir. Genelde insanlar, "para karşılığı beraber olmadıklarını"
söyleyerek kendilerini rahatlatmaya çalışırlar ama bu aslında bir aldatmacadır.
Çünkü Allah'ın koyduğu sınırlar aşıldıktan sonra hepsi aynı anlama gelir. Allah
Kuran'da gayrimeşru her türlü cinsel ilişkinin haram olduğunu bildirmiştir. Bu
nedenle fuhuşu kısıtlı örnekler içinde düşünmek de hata olur.
Diğer yönden, fuhuş yapanların çoğu aslında bunun haram olduğunu bildikleri için bilinç altlarında büyük bir vicdan azabı ve huzursuzluk duyarlar. İnkar etseler de kendilerine güvenlerini içten içe kaybetmeleri bunun bir göstergesidir.
Diğer yönden, fuhuş yapanların çoğu aslında bunun haram olduğunu bildikleri için bilinç altlarında büyük bir vicdan azabı ve huzursuzluk duyarlar. İnkar etseler de kendilerine güvenlerini içten içe kaybetmeleri bunun bir göstergesidir.
Dünya tarihi boyunca
çok sayıda insan geçimini fuhuş yaparak sağlamayı tercih etmiş, böylece
aşağılanmayı seçmiştir. Bugün de fuhuş tüm dünyada kolay para kazanma sektörü
olarak gösterilmektedir. Böylece para kazanma ve lüks yaşam tutkusuyla çok
sayıda kişi şerefsizliği tercih etmektedir. Allah Kuran'da insanları bu
tehlikeye karşı şöyle uyarır:
Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size 'çirkin hayasızlığı'emrediyor. Allah ise size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaadediyor. Allah rahmetiyle geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Oysa insan eğer kendisine Allah'ı vekil kılıp, mümin onuruyla yaşamaya niyet ederse Allah onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandıracak, karşısına pek çok imkan çıkartıp, onu kendi rahmetiyle zengin edecektir. Ki böyle onurlu ve salih bir Müslümanın hem dünyada hem ahirette yaşayacağı hayat Allah'ın dilemesiyle nimetler içinde olacaktır. Kaldı ki Allah imtihan için kısıtlı imkanlar da verebilir. Böyle bir durumda kişi dünyanın kısalığını buna karşın ahiret yurdunun sonsuzluğunu düşünüp, sabrederse Allah katından alacağı karşılık büyük olacaktır.
Şeytan sizi fakirlikle korkutuyor ve size 'çirkin hayasızlığı'emrediyor. Allah ise size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaadediyor. Allah rahmetiyle geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Oysa insan eğer kendisine Allah'ı vekil kılıp, mümin onuruyla yaşamaya niyet ederse Allah onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandıracak, karşısına pek çok imkan çıkartıp, onu kendi rahmetiyle zengin edecektir. Ki böyle onurlu ve salih bir Müslümanın hem dünyada hem ahirette yaşayacağı hayat Allah'ın dilemesiyle nimetler içinde olacaktır. Kaldı ki Allah imtihan için kısıtlı imkanlar da verebilir. Böyle bir durumda kişi dünyanın kısalığını buna karşın ahiret yurdunun sonsuzluğunu düşünüp, sabrederse Allah katından alacağı karşılık büyük olacaktır.
Şunu hatırlatmakta
fayda var: Bir insan dünyada olabilecek her türlü hatayı yapabilir, Kuran'da
haram kılınan günahları işlemiş olabilir, hayatının büyük bir kısmını fuhuş
yaparak gaflet içinde geçirmiş de olabilir, ancak doğru yola çağırıldığında
Allah'a kesin bir tevbe ile tevbe edip bağışlanma dilerse inşallah Allah'ı
tevbeleri kabul eden olarak bulacaktır. Yalnız şu nokta da göz ardı
edilmemelidir; Allah'tan kabul etmesi umulan tevbe, ölüm anı gelip de yapacak
başka bir şey kalmadığı için samimiyetsizce edilen tevbe değildir.
Peygamberimiz (s.a.v.)
zina ile ilgili şunları söylemiştir:
Zinanın dünyada üç
zararı vardır:
1- Güzelliği ve
parlaklığı giderir,
2- Fakirliğe yol açar,
3- Ömrün kısalmasına
sebep olur.
Ahiretteki üç zararı:
1- Allahü teala gazap
eder,
2- Sorgu suali, hesabı
çetin geçer,
3- Cehennem ateşinde
azap çekmeye sebep olur. (Taberani)
Zina edenin yüzü
cehennemde ateşle yanar. (Taberani)
Sizin için en çok
korktuğum şey, zinadır. (Taberani)
Zina etmeyin,
kadınlarınızın cazibesi ve sevgisi gider, soğukluk başlar. (İ.Neccar)
Gençliğini zinadan
koruyan (mümin) cennete girer. (Beyheki)
Kötü kadınlar çoğalıp,
zina toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara
maruz kalır. (Beyheki)
Siz iffetli olursanız,
kadınlarınızda iffetli olur. (Hakim)
Namusunuzu koruyun,
zina etmeyin. Namusunu koruyana cennet vardır. (Hakim)
Bir yerde, zina ve
riba çoğalırsa, o yerin halkı, belaya maruz kalır. (Hakim)
Zinaya devam eden,
putperest gibidir. (Haraiti)
Yedi kat gök ve yer,
zina eden ihtiyarlara devamlı lanet eder. (Bezzar)
Zina fakirlik getirir.
(Buhari)
Gözlerin zinası harama
bakmak, kulakların zinası zinaya götürecek sözleri dinlemek, dilin zinası
zinaya sebep olacak sözleri konuşmak, ellerin zinası namahremi tutmak,
ayakların zinası günah olan yerlere gitmektir. (Buhari)
Asr-ı saadette Peygamberimiz
(asm) ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
"Ya Resulallah!
Ben felanca kadın ile arkadaş olmak istiyorum, onunla zina yapmak
istiyorum." dedi.
Ashab-ı Kiram, bu
durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru
Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok
hayasız konuşmuştu. Sevgili Peygamberimiz (asm) "Bırakın o
genci!.."buyurdu. Resulullah (asm), genci yanına çağırdı, dizinin dibine
oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu
ve:
"Ey genç, birinin
annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider
mi?" diye sordu.
Genç hiddetle:
"Hayır Ya
Resulallah!.." diye cevab verdi.
Resulullah:
"Öyle ise o çirkin
işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan
hoşlanmazlar." Sonra: "Peki, bu çirkin işi senin kız
kardeşinle yapmak isteseler, sever misin?" diye sorduklarında genç :
"Hayır,
asla!" diyerek hiddetleniyordu.
"Şu halde
insanlardan hiç kimse bu işi sevmez." buyurdu.
Sonra Hz.Peygamber
(asm) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
"Allah'ım! Sen bu
gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da
bağışla."
Genç, Resulallah
(asm)'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü
düşünce aklından bile geçmeden yaşamış! (Müsned, V. 257)
Yüce Allah içkiyi, kumarı ve zinayı şiddetle yasaklamıştır. Hiçbir bahane bulmaksızın bu büyük günahlardan şiddetle kaçınmalıyız. Nefsimiz bize Allah’ın yasakladığı konuları yapmamızı ister. Tevbe etme imkanı olmadan ölebiliriz. Dünyadan günahkar olarak ayrılmanın bizim için çok büyük bir zarar olacağını düşünmeliyiz. O nedenle Allah’a samimi olarak sık sık tevbe etmeli, günahlarımız için af dilemeli ve Allah’ın yasaklarından uzak durmalıyız.
KURAN OKUMANIN FAYDALARI
Kuran beyni yoğun çalıştıran bir kitaptır. Yani beyin ve akıl kitabıdır. Kuranı elinize alın ve ayetlerini derin derin düşünün. Kuran insan aklını ve zekasını olağanüstü geliştiren bir kitaptır. Muhakeme ve yargıyı olağanüstü geliştirir. Çok güçlü bir mantığın gelişmesine sebep olur. Beyni çok sağlıklı hale getirir ve insanın çok akıllı olmasını sağlar. Tabi her ayeti dikkatlice okuyup, dikkatlice düşünüp ve onun içindeki sırları bulmaya çalışarak okumalıyız. O zaman akıl olağanüstü derinlik kazanır, insanın ruhunda olağanüstü bir gelişme olur, zekasında ve kavrama gücünde de olağanüstü bir gelişme olur. Beyin sağlığını da çok ciddi şekilde olumlu geliştiren en özellikli kitaptır. Kuran kalpleri ve beyni açar. Duyanlarda bir ferahlık meydana getirir. Allah ile insanın ruhani bağlantısını güçlendirir. Üstümüzdeki ağırlık kalkar. Konuşma yeteneğimiz ve hikmet gücümüz artar. Derinlik gelir. Kalbimize ferahlık gelir. Kuran çok önemlidir. Allah Kuran’ın şifa olduğunu bildiriyor. Kalplere ve bedene şifadır. Onun için herhangi bir şekilde Kuran okunduğunda insanlarda bir ferahlık duygusu meydana gelir. İnsanın aklı ve ufku açılır ve derinleşir. Şeytani sıkıntıları varsa bunlar üstünden gider. Rahmani ferahlığa doğru gider. Görüş keskinliği meydana gelir yani dikkati açılır ve kavrama yeteneği güçlenir. Yani akıl gelişir. İnsan Kuran aklı ile hareket etmezse anormal ve dengeli konuşmalar yapar. Duygusallığa ve hüzne kapılabilir. Derin düşünme kabiliyetini kaybedebilir. Kuranda müthiş bir beyin çalıştırma imkanı vardır. Eğer Kuran dikkatlice incelenirse her seferinde yeni bir hüküm, yeni bir bilgi ve yeni bir derinliğe ulaşırsınız. Kuran beyni en güçlü çalıştıran, beyni en güçlü geliştiren vesiledir. Kuran üstüne araştırma yapan insanlar müthiş akıllı olurlar. Kuran mealinin her evde mutlaka bulundurulması gerekir.
Kuran beyni yoğun çalıştıran bir kitaptır. Yani beyin ve akıl kitabıdır. Kuranı elinize alın ve ayetlerini derin derin düşünün. Kuran insan aklını ve zekasını olağanüstü geliştiren bir kitaptır. Muhakeme ve yargıyı olağanüstü geliştirir. Çok güçlü bir mantığın gelişmesine sebep olur. Beyni çok sağlıklı hale getirir ve insanın çok akıllı olmasını sağlar. Tabi her ayeti dikkatlice okuyup, dikkatlice düşünüp ve onun içindeki sırları bulmaya çalışarak okumalıyız. O zaman akıl olağanüstü derinlik kazanır, insanın ruhunda olağanüstü bir gelişme olur, zekasında ve kavrama gücünde de olağanüstü bir gelişme olur. Beyin sağlığını da çok ciddi şekilde olumlu geliştiren en özellikli kitaptır. Kuran kalpleri ve beyni açar. Duyanlarda bir ferahlık meydana getirir. Allah ile insanın ruhani bağlantısını güçlendirir. Üstümüzdeki ağırlık kalkar. Konuşma yeteneğimiz ve hikmet gücümüz artar. Derinlik gelir. Kalbimize ferahlık gelir. Kuran çok önemlidir. Allah Kuran’ın şifa olduğunu bildiriyor. Kalplere ve bedene şifadır. Onun için herhangi bir şekilde Kuran okunduğunda insanlarda bir ferahlık duygusu meydana gelir. İnsanın aklı ve ufku açılır ve derinleşir. Şeytani sıkıntıları varsa bunlar üstünden gider. Rahmani ferahlığa doğru gider. Görüş keskinliği meydana gelir yani dikkati açılır ve kavrama yeteneği güçlenir. Yani akıl gelişir. İnsan Kuran aklı ile hareket etmezse anormal ve dengeli konuşmalar yapar. Duygusallığa ve hüzne kapılabilir. Derin düşünme kabiliyetini kaybedebilir. Kuranda müthiş bir beyin çalıştırma imkanı vardır. Eğer Kuran dikkatlice incelenirse her seferinde yeni bir hüküm, yeni bir bilgi ve yeni bir derinliğe ulaşırsınız. Kuran beyni en güçlü çalıştıran, beyni en güçlü geliştiren vesiledir. Kuran üstüne araştırma yapan insanlar müthiş akıllı olurlar. Kuran mealinin her evde mutlaka bulundurulması gerekir.
NAMAZ KILMANIN ÖNEMİ
Namaz insanın Allah'a
kulluk ettiğinin en açık ifadesi olarak büyük bir önem taşımaktadır. Namaz
vesvese yapmadan, sevinçle ve zevkle kılınır. Namaz insanın hayatına ve aklına
bereket getirir ve insanın beyni gelişmiş olur. Allah namaz kılanlara derin
anlayış gücü verir. Namaz kılanlar mümin olmanın hazzını tatmış olur. Maun
Suresi'ndeki ayetlerde, Allah'ın değil, insanların rızası için namaz kılan ve
bu nedenle ibadetlerinin salih amel olma niteliğini kaybettiği kişiler şöyle
haber verilir:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
Demek ki, namazın
Allah katındaki makbuliyeti, onu oluşturan fiili hareketler değil, içteki amaç
ve ruhtur. Bazıları namazı insanlara “Müslüman” olduklarını göstermek için kılmaktadırlar
ve dolayısıyla sevap kazanmak bir yana, büyük bir günah ve sapma içine
düşmektedirler.
Namaz gibi önemli bir
ibadeti makbul hale getiren şey ise, kılan kişinin Allah'ın önünde secde
ettiğini, O'na boyun eğdiğini bilmesi ve yalnızca bu amacı taşımasıdır. Bu
nedenledir ki Allah, Kuran'da namazın gönülden kılınmasını emreder.
“... Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza)
durun” (Bakara Suresi, 238)
Bir başka ayette ise
müminler şöyle tarif edilir: “Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır”. (Müminun
Suresi, 2) “Huşu”, “saygı dolu
bir korku, yumuşama, derin bir saygı” anlamına gelmektedir. Müminlerin Allah'a
karşı duydukları korku, aklın ve vicdanın bir sonucu olarak ortaya çıkan saygı
dolu ve içli bir korkudur. Namaz ise, ancak huşu içinde kılındığı zaman gerçek
anlamını bulur. Böyle bir namaz, insanın Allah'a olan yakınlığını ve takvasını
artırır. İnsanı manen ayakta tutar. Dosdoğru kılınan namaz, insanı çirkin
işlerden korur. Faydalı işlere alışkanlık kazandırır. Fakirlerden, muhtaçlardan
karşılık beklemeksizin, onlara yardım etmeye alıştırır. Yaptığının karşılığını
yalnız Allah'tan bekler.
Cehennemde olanlara
neden cehennemde oldukları sorulduğu zaman ilk olarak namaz kılmayanlardan
değildik derler. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.
Suçlu-günahkarları; "Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar:
"Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula
yedirmezdik." "(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar
giderdik." "Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk."
"Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı." Artık,
şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddessir Suresi, 40-48)
Allah namazlarında
sürekli olanlara ve titiz davrananlara ecir vereceğini bildirir:
(Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet
edenlerdir. Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır. İşte (yeryüzünün
hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. Ki onlar Firdevs
(cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır.
(Müminun Suresi, 8-11)
Ki onlar, namazlarında süreklidirler. Ve onların
mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun olan(lar)için. Onlar, din
gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku
duymaktadırlar. Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz. Ve onlar,
ırzlarını (ferç) korurlar; Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu
başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar. Fakat bunun ötesini
arayanlar, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir. (Bir de) Onlar, kendilerine
verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riayet edenlerdir.
Şahidliklerinde dosdoğru davrananlardır. Namazlarını (titizlikle)
koruyanlardır. İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır. (Mearic Suresi,
23-35)
Allah Kuran'da namaz
kılanların sahip olacakları bir kazancın daha olduğunu bildirmiştir:
Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl.
Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar…
(Ankebut Suresi, 45)
Allah'ın ayetinde
bildirdiği gibi, namaz kılanlar çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden uzak
dururlar. Allah, onların kalbine bu tür kötülüklerden uzak durmalarını ilham
eder. Namazın, bir müminin hayatındaki en önemli etkisi, onu kötü
davranışlardan uzak tutmasıdır. Yalnızca Allah için namaz kılan bir mümin,
Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durmaya ve onlara yaklaşmamaya gayret
edecektir. Her gün Rabbinin huzurunda belirlenmiş vakitlerde kıyam eden, secde
ve rüku eden insan içinde duyduğu saygı dolu korku nedeniyle elbette
kötülüklere de yaklaşamaz. Vicdanı, Allah'ın izni ve ilhamı ile bu insanın
kötülüğe, çirkin bir utanmazlığa yönelmesine engel olur. Böyle bir insan bir
anlık kötülükte dahi bulunsa, Rabbi huzurunda dua ederken, O'nun sonsuz
kudretini düşünürken hemen yaptığı kötülüğü görür ve tevbe ederek bunlardan bir
daha dönmemek üzere uzaklaşır. Namaz kılan bir kimse, en azından namaz kıldığı
süre içinde her türlü kötülük ve çirkinliklerden uzak kalacak demektir. Bu da,
kötü fiilleri tamamen terk etmek için ilk adım sayılır.
Namaz, müminin, o ana kadar işlediği hata ve günahların farkına varması, bunlardan dolayı tevbe ve istiğfarda bulunması için bir fırsattır. Böylece, kendi kendini hesaba çekecek, Rabbinden bağışlanma dileyecektir.
Namaz, müminin, o ana kadar işlediği hata ve günahların farkına varması, bunlardan dolayı tevbe ve istiğfarda bulunması için bir fırsattır. Böylece, kendi kendini hesaba çekecek, Rabbinden bağışlanma dileyecektir.
Namaz kılmak, Allah’ın
büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Kulun
acizliğini, Rabbine itiraf etmesidir. Her gün beş kere, Rabbinin huzurunda
olduğuna niyet eden kimsenin kalbi tertemiz olur. Kimseye zarar vermez. Allah
için iyilik yapmaya gayret eder.
Namaz, günlük hayatın
akışını durdurup düzenler. Vakti en verimli biçimde kullanmayı sağlar. Namaz,
insanı disiplinli bir hayata alıştırır. Namazın kazandırdığı bu alışkanlık,
insanın bütün işlerinde hakim olmakta ve böylece verimin ve başarının artmasına
sebep olmaktadır. Sabahın erken saatlerinde namaza kalkan müslüman işine erken
başlar, gün boyunca Allah'ı hatırlayarak emirlerine uymaya çalışır. Rabbine
olan bu bağlılığı, onu zararlı işlerden korur. Günün sonunda yatsı namazını
kılıp bir günlük hayat muhasebesini yapar. Böylece düzenli ve tedbirli bir
hayatı olur.
Namazın, psikolojimiz
içinde pek çok faydası vardır.
Günde belli bir süre de olsa, dünya telaşının etkilerinden kurtulur ve namaz sayesinde dinlenmiş oluruz. Namazlarımızı devam ettirmekle, her türlü aşırılık ve günahtan uzak kalır, ihtiras ve buna bağlı streslerden büyük ölçüde kurtuluruz. Namaz kılanlarda tevekkül duygusu kendiliğinden gelişir. Böylece ruh hastalıklarında önemli bir rolü olan vesveseler (evhamlar) de giderilmiş olur.
Günde belli bir süre de olsa, dünya telaşının etkilerinden kurtulur ve namaz sayesinde dinlenmiş oluruz. Namazlarımızı devam ettirmekle, her türlü aşırılık ve günahtan uzak kalır, ihtiras ve buna bağlı streslerden büyük ölçüde kurtuluruz. Namaz kılanlarda tevekkül duygusu kendiliğinden gelişir. Böylece ruh hastalıklarında önemli bir rolü olan vesveseler (evhamlar) de giderilmiş olur.
İnsanlar namazda secde
ettiği için bu sayede gururlarını ve büyüklenmelerini kırmış olurlar. Bu ise
çok hayati bir meseledir. Zira ahlak açısından en tehlikeli hastalık
"gurur"dur. Bütün kavgaların, nefretlerin temelinde, nefsin bu zalim
hastalığı yatar. Namazı devam ettirenlerin gururları, secdeye her vardıklarında
manevi bir hikmetle törpülenir. Namaz, imanda ortaya çıkabilecek aşınmaları ve
zaafları giderir. Bu yüzden imanın hastalıkları ve Allah’ın yasakları olan riya
ve yalan yerini ihlas ve sadakate bırakır.
Namaz, gerçek bir huşu
ile kılınırsa insanın ruhunun yücelmesinde bir etkiye sahiptir. Namaz sayesinde
insanda, sadece Allah’ın emirleri karşısında boyun eğen, sarsıcı olaylar
karşısında sebat gösteren ve İslam tarihinde örnekleri çok bulunan yiğit
şahsiyetler gibi en zor şartlarda direnç ve sabır örneklerini sergileyen hür
irade sahibi bir ruh meydana gelir.
Namaz kılarken tekbir, dua, tesbih, hamd ve salavat okunmuş olur. Namaz, mümini
manen eğiten ve olgunlaştıran bir ibadettir. Namaz, insandaki olumsuz
özellikleri gidermekle beraber insana olumlu ve güzel nitelikler de kazandırır.
Namaz, mümini takva ve ihsan sahibi yapar. Onu sabırlı, olgun, ağırbaşlı ve
alçakgönüllü bir insan haline getirir. Namaz, gönülleri ferahlatan, ruhları
aydınlatan ibadettir. Namaz, ömür boyu, her türlü hal ve ortamda sürekli devam
eden bir sabır eğitimidir. Allah Kuran’da şöyle bildirir:
Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)
Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. (Bakara Suresi, 45)
Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin.
Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 153)
Bu ayetlerde sabır ve
namaz birlikte zikredilmekte ve böylece bu iki kavram arasındaki sıkı
bağlantıya işaret edilmektedir. Sabır ve namaz, müminin en belirgin iki hasleti
olmalıdır.
Namaz, insanın hem
ruhunu, hem vücudunu, hem de fikrini etkilemekte ve tüm bunları insanın
mutluluğu için devreye sokmaktadır. Namaz, ruhun kemale ermesi, insanın
kötülüklerden arınması ve fikrin olgunlaşması için Yüce Allah tarafından
konulmuş eğitici bir ibadettir. Namaz kul ile Allah’ın ilişkisini sürekli
sağlar. Namaz doğru şekilde kılınırsa, insana ruhi yönden öyle bir aydınlık ve
güç kazandırır ki, insan kendi iradesiyle iyi işlere daha fazla önem vermeye başlar ve
kötülüklerden kaçınır. Ama namaz kılmayan bir kimsede böyle bir ruhi hazırlık
ve güç bulunmaz. Bu yüzden namaz kılmayan birisinin kötülüklerden kendi
isteğiyle kopması ve iyiliklere yönelmesi kolay değildir. Namaz, mümin kimsenin
doğruluk ve takvasının artmasına sebep olur. Namazı kılmamak ise kişinin
kalbinin kararmasına ve daha fazla günaha yönelmesine sebep olur. Elbette
namazın insanı kötülüklerden korumasının değişik aşamaları vardır ve bu namaz
kılanın iman derecesine, namaza gerçek manada yönelişine, namazda kalbinin huşu
içerisinde olmasına bağlı olarak değişmektedir. Namazdaki rüku, secde ve diğer
farzları emir olunduğu şekilde yerine getirmek, namaz kılanı sürekli olarak
düzenli olmaya ve işlerinde ihmalkarlık ve başıboşluktan uzak olmaya alıştırır.
Allah’ın huzurunda boyun eğme ve Allah’ın rızasını kazanmak gayesini taşıyan
namaz, kişinin mütevazi, başkalarının iyiliği karşısında duyarlı olmasına ve
çekemezlik, bencillik ve diğer kötü huylardan uzak olmasına sebep olur.
Cemaatla kılınan namaz
ise, müslümanların kalplerini birbirine bağlar. Aralarındaki sevgiyi arttırır.
Her vakitte, birbirlerine kardeş olduklarını hatırlatır. İslam’da cemaat
namazına önem verilmesi, bu mukaddes dinin birlik ve beraberlik dini olduğunu,
Müslümanlar arasında sürekli bir dayanışmanın sağlanmak istendiğini açıkça
göstermektedir. Cemaat namazı, soy ve toplumsal sınıflardan kaynaklanan
ayrıcalık ve imtiyazları ortadan kaldırmaktadır. Hangi soy, renk ve milletten
olursa olsun tüm Müslümanlar namaz safında aynı sırada beraberce yer alır, hep
birlikte aynı kıbleye yönelerek tek vücut olarak ibadet eder ve birlikte yere
kapanıp kalkarlar. Cemaat namazı toplumun kaynaşması için en güzel vesiledir.
Müminlerin birbirlerinin halinden haberdar olmaları için en iyi fırsattır.
Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olduğunu gösteren Cuma namazı
toplumsal bir ibadet merasimi sayılır. Bu namazda okunması gerekli olan hutbe,
namaza katılanları bir yandan takva, iman ve Allah’a yönelmek konusunda
yönlendirdiği gibi onları toplumsal konularda da bilinçlendirmektedir.
Namaz kılarken
yapılması emir edilen her hareketin hem bedene ve hem de ruha sağladığı
faydalar çoktur. Bir hadis-i şerifte,”Namazda şifa vardır.”(Ahmed ibn.-i
Hanbel:2/390) buyurulur. Namazda hareketler yavaştır. Bu hareketler Kalbi
yormaz, günün değişik saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.
Yağlanmaya ve kalori depolanmasına mani olur.
Günde başını belli
sayıda yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu
yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hafıza ve şahsiyet bozukluklarına,
namaz kılanlarda çok daha az rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür
geçirirler. Bunama hastalığına uğramazlar. İnsanın alnının yere gelmesi, beyin
damarlarının beyin kanamasına karşı dirençli olmasını sağlar. Beyin
kanamasından çok sayıda insan ölmüştür. Namaz kılmayan insanların başının tam
olarak yere değmesi çok nadir olabilecek bir şeydir. Namaz kılanlar alnını yere
koydukları zaman kan beyine doğru gitmiş oluyor. Namaz sürekli kılındığında
beyin damarları kan basıncına karşı müthiş bir elastikiyet kazanmış oluyor.
Dolayısıyla vücut beyin kanamasına karşı hazırlıklı olmuş oluyor.
İnsan hayatında kanın yeri büyüktür. Kalp, kanı vücudun en ücra yerlerine kadar ulaştırmak üzere pompalar. Kalbin bu işi yapabilmesi için daima olarak dinç olması gerekir. Kan gönderme işinde kalbe yardımcı olunabilmesi için, o hücrenin kan ile iyice sulanması veya kanlanması gerekmektedir.
Namazda secde yapılan yere bakılır ve böylelikle göz mercekleri dinlendirilir. Bu durum göz sağlığı için faydalıdır. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına malik olur. Bu sebeple göz tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Bu sayede kişi göz hastalıklarından korunmuş olur.
Vücudun en zahmet çeken yerleri eklemlerdir. Namazdaki beden hareketleri vücuttaki bütün eklem yerlerini harekete geçirmektedir. Namazın, kasların güçlenmesi ve eklemlerin normal faaliyetlerini sürdürmesinde önemli etkisi vardır. Namaz kılan insanların gerek kalça, gerek diz ve gerekse ayak bileği ve kol omuzu, dirsek ve el bileği eklemleri de devamlı işleyen bir makine gibi olduğundan, eklemlerde meydana gelecek bütün romatizma ve dejeneratif hastalıklardan korunmuş olur. Namazın devamlı kılınması, eklemlerdeki bu huzuru ömrün sonuna kadar götürür. Namaz kılmaya devam edildiğinde, vücutta bu durumdan olumlu istifade edecektir.
İnsan hayatında kanın yeri büyüktür. Kalp, kanı vücudun en ücra yerlerine kadar ulaştırmak üzere pompalar. Kalbin bu işi yapabilmesi için daima olarak dinç olması gerekir. Kan gönderme işinde kalbe yardımcı olunabilmesi için, o hücrenin kan ile iyice sulanması veya kanlanması gerekmektedir.
Namazda secde yapılan yere bakılır ve böylelikle göz mercekleri dinlendirilir. Bu durum göz sağlığı için faydalıdır. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü daha kuvvetli kan deveranına malik olur. Bu sebeple göz tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Bu sayede kişi göz hastalıklarından korunmuş olur.
Vücudun en zahmet çeken yerleri eklemlerdir. Namazdaki beden hareketleri vücuttaki bütün eklem yerlerini harekete geçirmektedir. Namazın, kasların güçlenmesi ve eklemlerin normal faaliyetlerini sürdürmesinde önemli etkisi vardır. Namaz kılan insanların gerek kalça, gerek diz ve gerekse ayak bileği ve kol omuzu, dirsek ve el bileği eklemleri de devamlı işleyen bir makine gibi olduğundan, eklemlerde meydana gelecek bütün romatizma ve dejeneratif hastalıklardan korunmuş olur. Namazın devamlı kılınması, eklemlerdeki bu huzuru ömrün sonuna kadar götürür. Namaz kılmaya devam edildiğinde, vücutta bu durumdan olumlu istifade edecektir.
Kalbin çalışmasında ve hissi sistemlerle olan alakasında, elektromanyetik eksenler, en ideal çizgilere gelir. Özellikle sağlıklı kişilerin günlük elektromanyetik tesirlerle, göğüs bölgelerinde hissettikleri huzursuzluklara, namaz kılanlarda hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.
Namaz
kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. Namazın vücut ve
elbisenin temiz olması gibi şartlarına baktığımızda namazın insanın dış
temizliğinde de önemli bir etkisi olduğu ve böylece insanın sağlığını korumada
da önemli derece de rol oynadığı ortaya çıkar. Namaz, müminler için bir sığınak
ve şifadır; rahatlama ve ilahi huzura kavuşma vesilesidir. Namaz ile sıkıntı ve
bunalımlarla kararan gönüller hafifleyip ferahlar ve sükunet bulur. Böyle bir
namaz huşu duyan müminler için bir zevk ve neşe kaynağıdır. Namaza üşene üşene
kalkan, gösteriş için namaz kılanlara ağır gelir ve bir yük olur.
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa, 142)
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa, 142)
Namaz; mümini ruhen yücelten, onu maddi, manevi kir ve paslardan arındıran,
nefsin ve şeytanın esaretinden kurtaran, kibir, gurur ve bencillik gibi
hastalıkları tedavi eden, vakar ve tevazu duygularını artıran bir ibadettir.
Namazın, insanın maddi ve manevi yapısında ortaya çıkardığı tesirler çoktur.
Fakat kesinlikle unutmamalıyız ki, buraya kadar saymış olduğumuz, maddi, bedeni
ve ruhi faydalar; bizim ibadet yapış amacımız olamaz, olmamalıdır. İbadetler,
Allah emrettiği için, Allah’ın rızasını kazanmak için ve O'nun istediği şekilde
yapılmalıdır.
Biz, Allah emrettiği için abdest alırız, onun emri sebebiyle namaz kılar
ve diğer ibadetlerimizi yerine getiririz. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah,
ibadetlerine devam eden kullarına ne gibi faydalar lütfetmişse, bu emirlerini
yerine getirdikçe zaten üzerimizde tecelli edecektir. O halde bizlere sayısız
rızık veren Allah’a her an şükür halinde olmalıyız.
Allah Kuran’da namazı
dosdoğru kılmayı emretmektedir:
Namazı dosdoğru kılın,
zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu
Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara
Suresi, 110)
...Namazı dosdoğru kılın,
zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz
için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir
(karşılık) olarak Allah Katında bulursunuz... (Müzzemmil Suresi, 20)
Sana Kitap'tan
vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar
(fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük
(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir. (Ankebut Suresi, 45)
İman etmiş kullarıma
söyle: "Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru
namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık
infak etsinler." (İbrahim Suresi, 31)
Dosdoğru namazı kılın,
zekatı verin ve elçiye itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz.
(Nur Suresi, 56)
"Gerçekten Ben,
Ben Allah'ım, Benden başka İlah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni
zikretmek için dosdoğru namaz kıl." (Taha Suresi,14)
Namazı bitirdiğinizde,
Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe
kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri
belirlenmiş bir farzdır. (Nisa Suresi, 103)
Namazı dosdoğru kılın,
zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin. (Bakara Suresi, 43)
Allah Kuran’da namazı
dosdoğru kılanlar için müjdeler vermektedir:
Onlar, gaybe
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler. Ve onlar, sana indirilene, senden önce
indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte
bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler
bunlardır. (Bakara Suresi, 3-5)
İman edip güzel
amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz
onların ecirleri Rablerinin Katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 277)
Ancak onlardan ilimde
derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene
inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe
inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Suresi,
162)
Kitaba sımsıkı
sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz Biz salih olanların ecrini
kaybetmeyiz. (Araf Suresi, 170)
Mü'minler ancak o
kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri
okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar,
namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak
ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri Katında onlar için dereceler,
bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)
Allah'ın mescidlerini,
yalnızca Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı
veren ve Allah'tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete
erenlerden oldukları umulanlar bunlardır. (Tevbe Suresi, 18)
Mü'min erkekler ve
mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten
sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve
Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi,
71)
(Öyle) Adamlar
ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı
kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve
gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.
Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi
fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi,
37-38)
Onlar, namazı dosdoğru
kılarlar, zekatı verirler. Ve onlar kesin bir bilgiyle ahirete inanırlar. İşte
onlar, Rab'lerinden bir hidayet üzerindedirler ve felah bulanlar da onlardır.
(Lokman Suresi, 4-5)
Doğrusu, temizlenip
arınan felah bulmuştur; Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan. (Ala Suresi,
14-15)
Gerçekten Allah'ın Kitab'ını
okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak
bir ticareti umabilirler. Çünkü (Allah,) ecirlerini noksansız olarak öder ve
Kendi fazlından onlara artırır. Şüphesiz O, bağışlayandır, şükrü kabuledendir. (Fatır Suresi, 29-30)
Yüzlerinizi doğuya ve
batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe,
meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere
(özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve
ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar,
doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Onlar Allah'ın ahdini
yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar
Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı
ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu)
isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar.
İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir.
Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından
'salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara
her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size.
(Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 20-24)
Peygamber Efendimiz
(sav)'in namaz ile ilgili bazı hadisleri şunlardır:
"Beş vakit namaz,
kapısının önünde akıp giden ve insanın her gün içinde beş defa yıkandığı
suyu gür nehir gibidir." (Müslim)
"Namaz, insan
ile küfür arasında bir perdedir. Namazı terketmek bu perdeyi kaldırmaktır."
(Müslim)
"Onlarla bizim
aramızda alamet-i farika namazdır. Binaenaleyh, namazı terkeden
kafirlere benzemiştir." (Tirmizi)
Kıyamette kulun ilk
sorguya çekileceği ibadet, namazdır. Namazı düzgün ise, diğer amelleri kabul
edilir. Namazı düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez. (Taberani)
Namaz, Allahü tealanın
hoşnut olduğu bütün amellerin en faziletlisidir. Rızkın bereketi, duanın
kabulüdür. Kabirde ışıktır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennette başa
taçtır. İmanın başı, gözün nuru ve Cehennemden kurtarıcıdır. (Miftah-ul-Cennet)
Cennetin anahtarı
namazdır. (Darimi)
Hz. Ömer'den rivayet
edilen bir hadis şöyledir:
"Resulullah'a
Allah'ın en çok sevdiği salih amel nedir?" diye soruluyor. Hz. Muhammed
(sav): "Vaktinde kılınan namazdır. Kim namazını terkederse
onun dini yoktur. Namaz dinin direğidir diye buyuruyor." (Beyhaki)
Peygamberimiz
(sav) namaz konusunda çok titiz davranmış, ayakta duracak hali kalmayıncaya
kadar namaz kılmaya devam etmiştir. Bir sahabe cennetle müjdelendiği
halde niçin kendisini bu kadar yorduğunu sorduğunda Resulullah
(sav) şöyle cevap vermiştir: "şükreden bir kul olmayayım
mı?" (Ahmed)
"Bir kimse evinde
güzelce temizlenir ve Allah'ın farzlarından birini ifa etmek maksadıyla
mescitlerden birine giderse, attığı adımlardan biri günahlarını
siler diğeri de onun derecesini yükseltir." (Müslim)
"Camiye devam
edenin imanına şehadet ediniz." (Tirmizi)
Resulullah Efendimiz
(sav) namazdaki huşuyu yakalamamız için bize şöyle bir tavsiyede
bulunmuştur:
"Namaz kıldığın
vakit, nefsine, hevasına ve ömrüne veda eden, Mevlasına teveccüh
eden gibi namaz kıl." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe, Resulullah
Efendimiz (sav)'in namaz konusunun üzerinde ne kadar titizlikle durduğunu
şöyle anlatmaktadır:
"Peygamber Efendimiz
bizimle, biz de onunla konuşur, güler ve sohbet ederdik. Fakat namaz
vakti gelince, azamet-i İlahi'den olacak, sanki O bizi bilmez ve biz de
O'nu bilmez ve birbirimizi tanımaz gibi olurduk."
"Ey insanlar!
Birbirinize selam verin. Akraba ziyaretini ihmal etmeyin. Geceleyin,
insanlar uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz."
(Tirmizi)
"Cennette içi
dışından dışı içinden görünen köşkler vardır. Bunlar tatlı ve yumuşak
konuşan, yemek yediren ve insanlar uykuda iken namaz kılan insanlar
içindir." (Tirmizi)
ABDEST ALMANIN ÖNEMİ
Abdest, kir ve mikroplarla en fazla temasta bulunduğu bölümlerinin
temizlenmesini sağlamaktadır. Öte yandan, abdestin kan dolaşımı, lenf dolaşımı
ve sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri vardır. Abdest alınan su sıcaksa
damarı genişleterek, soğuksa daraltarak, özellikle kalpten uzak damarların
esnekliğini ve zindeliğini sağlamaktadır. Su, bu arada yine ısı farkı sebebiyle
dokularda yavaşlamış dolaşımdan ortaya çıkan besin birikimlerini de genel
dolaşıma katarak, damar sertliğine ve hem de bu olayın beyin dolaşımına
yansıması demek olan bunamaya karşı korumaktadır. Vücudun korunma sistemi olan
lenf dolaşımı, abdest uygulamasıyla sağlıklı bir işlerlik kazanmaktadır. Çünkü,
abdest esnasında temas kurulan uzuvlar, lenf sisteminin en önemli uyarılma
noktalarını (burun arkası ve bademcikler, boyun yanları) içine
almaktadır. Böylece abdest, vücudun hastalıklara karşı korunmasında ve
dayanıklık kazanmasında önemli bir etkide bulunmaktadır. Aynı şekilde, vücudun
tümüne ait statik elektrik dengesinin çeşitli sebeplerle zaman zaman artması
sonucu bir çok psiko-somatik hastalık oluşmaktadır. Statik elektriğin en
olumsuz etkisi deri altındaki minik kaslardır. Bu kaslardaki gerginlik
sebebiyle, yüzde ve bütün vücutta erken kırışmalar ortaya çıkar. Abdest
vasıtasıyla bütün bu olumsuzlukların etkisinden sıyrılmak mümkün
olabilmektedir. Nitekim, devamlı namaz kılanların ciltlerinde, abdestin
sağladığı parlaklık ve güzellik kolayca farkedilebilmektedir.
El, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıkları ve iltihapları için iyi bir
korunmadır. Burnu yıkamakla, burnun süzüp bıraktığı toz ve mikrop yığınlarının
vücuda girmeleri önlenmiş olur. Yüzün yıkanması da cildi kuvvetlendirir,
baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafifletir. Damarları ve sinirleri harekete
geçirir. Devamlı abdest alan, yaşlansa bile, yüzündeki güzellik, tazelik
gitmez. Vücutta bir statik elektrik dengesi vardır. Gusledince su zerreleri,
olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücudu topraklayıp, yeniden normale
döndürüyor. Abdest ve gusül, dolaşım sistemini de olumlu yönden etkiler.
Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Lenf sistemi, en önemli
merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılır. Ayrıca
boyun ve yanlarının yaş elle mesh edilmesi de, lenf sistemine tesir eder.
Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denen savaşçı
hücreler vücudu zararlı unsurlardan korur ve vücut direncini arttırırlar.
Toprakla yapılan teyemmüm de, büyük ölçüde vücuttaki statik elektriği yok eder,
topraklar. Suyun bulunmadığı hallerde toprakla yapılan teyemmüm de abdestin
sağlık açısından sağlamış olduğu faydaları temin etmeye yeterlidir.
Abdestin imanın yarısı olduğunu, abdest alırken yıkanan uzuvlardan günahların
döküldüğünü, kıyamet gününde müslümanların abdestin eseriyle yüzleri, el ve
ayakları parlak olduğu halde çağrılacaklarını ifade eden hadislerle, abdestin
fazileti hakkındaki diğer birçok hadis bulunması, bu hususu açıkça ortaya
koymaktadır. Müslümanların her zaman maddi ve manevi temizlik içinde
bulunmalarını düzenli biçimde sağlayan bir temel unsurdur. Vücudun dış
tesirlere daha açık ve dolayısıyla kirlenme ihtimali daha çok olan yerlerinin
sık sık yıkanmasının temizlik ve sağlık açısından temin edeceği faydalar,
açıklanmaya lüzum göstermeyecek kadar çoktur.
Vücut doku ve hücrelerinin iyi beslenebilmesi için kan dolaşımını sağlayan
damarların tabii esnekliklerinin korunmasında ve damar sertlikleri ile tıkanmalarının
önlenmesinde abdestin rolü büyüktür. Vücutla farklı ısıdaki suyun deriye temas
etmesiyle damarlar açılıp kapanarak esneklik kazanır. Damarlarda daralma ve
tıkanmaya yol açan vücut dokularındaki birikmiş artık maddelerin daha çok el,
ayak ve yüz bölgelerinde bulunduğu göz önüne alınırsa, abdest alırken,
yıkanmak üzere bu organların seçilmesindeki hikmet daha iyi anlaşılır. Ağız,
burun ve boynun iki yanının su ile teması da özellikle beyinde kan dolaşımının
güçlenmesi bakımından çok faydalıdır. Bunun gibi vücudun temel korunma sistemi
olan lenf dolaşımını sağlayan ve vücuda giren mikroplara karşı koyarak
onlarla savaşan beyaz kan hücrelerini (lenfosit), dokunun en ücra köşelerine
ulaştıran lenf damarlarının düzenli çalışmasında da abdestin büyük tesiri
vardır. Abdestte el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak bölgelerdeki
lenf damarlarının dolaşım hızını artırdığı gibi, lenf sisteminin en önemli
bölgeleri olan yüz, boğaz ve burnun yıkanması da bu sisteme önemli bir masaj
ve güç kaynağı olur. Diğer taraftan, insan vücudunda bütün hücrelerin
çevresinde belli bir oranda bulunan ve vücut bütününde normal durumda
hissedilmeyecek derecede denge arz eden statik bir elektrik vardır. Havada
oluşan elektriklenme, özellikle zamanımızda yaygın olarak kullanılan plastikten
yapılmış giyim eşyaları, taşıt araçları vb. şeyler vücudun dış yüzünden aşırı
elektron artışına sebep olur. Bu durum, sinir sistemi üzerinde ciddi
rahatsızlıklar doğuracağı gibi, deri altındaki minik kasların yorulması ve
esnekliklerini kaybetmesi sebebiyle yüzde ve diğer yerlerde kırışıklıklar ve
sarkmalara da yol açar. Vücuttaki statik elektriğin fazlasını atmanın
yollarından biri de su ile yıkanmak veya toprağa temas etmektir. Bu ise abdest
ile teyemmümün vücudun elektrostatik dengesini korumadaki rol ve önemine işaret
bakımından yeterlidir. Su bulunmadığı zaman toprakla yapılan teyemmüm de
vücuttaki statik elektriği azaltmaktadır.
Vücudumuzda biriken elektronlar atılır. Bu sayede elektronların bizde bırakmış
olduğu huzursuzluk ve gerginlik hâli ortadan kalkar. Genel dolaşımdaki
aksaklıklar giderilir ve böylece vücut dinçliğini muhafaza eder. Vücuda ait
koruma sisteminin temeli olan lenf dolaşımı en yüksek seviyede çalışır. Sağlıklı
bir vücudun temel yapısı, statik elektrik dengesiyle çok yakından alakalıdır.
Havanın elektriğinden plastik giyim eşyalarına ve mobilyalara kadar birçok
faktör vücuttaki statik elektrik dengesini bozarak ciddî problemlere yol açar.
Otomobilden inince veya bir koltuktan kalkınca -âdeta canlı bir kondansatör
gibi- fazla elektronlarla dolarsınız. Bu durum sizde sinirlilikten tutun da,
yüzünüzün kırışmasına kadar birçok rahatsızlıklara yol açar.
Kan dolaşımı, kalpten dokulara, dokulardan da kalbe olmak üzere "iki yönlü
bir akış" içinde devam etmektedir. Bu akış, özellikle dokularda kıldan
ince borular vâsıtasıyla cereyan eder. İşte bu ince damar sistemi, iç
çevresinde yakılamayan gıda artıklarıyla ve çeşitli sebeplerle daralır ve
dokular beslenemez hâle gelir. Oysa ki, sağlıklı bir vücutta, bu damarların
lastik gibi esnek ve daralmamış olması gerekir. Peki bu nasıl sağlanacaktır?
Abdest veya gusül sırasında derimize değen farklı sıcaklıktaki su, kılcal damarların bir dalgalanmayla açılıp kapanmasını ve eğer varsa tıkanmaya başlayan damarların açılmasını sağlar. Vücut dokularında biriken artık maddeler, genel dolaşıma geçer ve böylece dokularda büyük bir zindelik vücuda gelir. Artık madde birikimleri, vücudun en çok el, ayak ve yüz dolaşımında meydana gelmektedir. Bilindiği gibi abdest de bu noktaları hedef almıştır.
Abdest veya gusül sırasında derimize değen farklı sıcaklıktaki su, kılcal damarların bir dalgalanmayla açılıp kapanmasını ve eğer varsa tıkanmaya başlayan damarların açılmasını sağlar. Vücut dokularında biriken artık maddeler, genel dolaşıma geçer ve böylece dokularda büyük bir zindelik vücuda gelir. Artık madde birikimleri, vücudun en çok el, ayak ve yüz dolaşımında meydana gelmektedir. Bilindiği gibi abdest de bu noktaları hedef almıştır.
İnsan vücudunun temel koruma sistemi, beyaz kan dolaşımıyla yani lenf
dolaşımıyla olur. Bu dolaşımla vazifeli olan kılcal damarlar, tenfosit
dediğimiz beyaz kan hücrelerini, dokuların en ücra köşelerine kadar götürürler.
Vücudun herhangi bir yerinde mikrop, yabancı madde ve özellikle kanser hücresi
varsa, bu minik savaşçılar taşıdıkları kuvvetli zehirlerle onları öldürürler.
Kansere veya mikroplu hastalıklara yakalanmak, bu savunma sisteminin bir yerde
aciz kalıp teklediğine işaret eder. Çok yönlü ve karışık bir sistem olan lenf
dolaşımında, kılcal damarların çok iyi çalışması öncelikli şartlardandır.
Abdest sırasında el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak olan bu noktalardaki kılcal damarların dolaşım hızlarını arttırır. Ayrıca lenf sisteminin en önemli bölgeleri olan yüz, boğaz ve burun yıkanması, bu sisteme bir masaj ve güçlendirme tesiri yapar. Vücudu belli aralıklarla yıkamak koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Farkına varmadan bu nimetlerden faydalanıyoruz. Abdest almak ve namaz kılmak sadece Allah emrettiği için yapılır.
Abdest sırasında el ve ayakların yıkanması, vücut merkezine uzak olan bu noktalardaki kılcal damarların dolaşım hızlarını arttırır. Ayrıca lenf sisteminin en önemli bölgeleri olan yüz, boğaz ve burun yıkanması, bu sisteme bir masaj ve güçlendirme tesiri yapar. Vücudu belli aralıklarla yıkamak koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Farkına varmadan bu nimetlerden faydalanıyoruz. Abdest almak ve namaz kılmak sadece Allah emrettiği için yapılır.
Allah Kuran’da abdest
ile ilgili şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler,
namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın,
başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer
cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da
biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da
su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe)
yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama
sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki
şükredersiniz. (Maide Suresi, 6)
Peygamber Efendimiz
(sav)'in abdest ile ilgili bazı hadisleri şunlardır:
(Güzel abdest alıp
camiye giren Allahın misafiri olur. Allahü teala da misafirine mutlaka ikram
eder.) [Beyheki]
(Güzelce alınan
abdest, imanın yarısıdır.) [İbni Hibban]
(Güzelce abdest
alanın, iki namaz [kılacağı namaz ile gelecek namaz vakti] arasındaki
günahlarının hepsi affolur.) [Buhari]
(Güzelce abdest alan
günahlarından sıyrılmış olur.) [Buhari]
(Güzelce abdest alıp
bir din kardeşini ziyaret eden, cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Davud]
(Soğukta, sıcakta
güzelce abdest almak, günahlara kefaret olur.) [Müslim]
(Güzelce abdest alıp,
huşu içinde namazını kılan, küçük günahlarına kefaret olur. Bu durum ömür boyu
devam eder.) [Müslim]
(Abdestin farz ve
sünnetlerini yerine getirmek suretiyle, alınan mükemmel abdesttir.) [Tirmizi]
(Bir mümin, abdest
için yüzünü yıkayınca, gözü ile işlediği günahların hepsi su ile birlikte
dökülür. Ellerini yıkayınca, elleriyle işlediği günahlar, suyun son damlası ile
dökülür. Ayaklarını yıkayınca, ayakları ile işlediği günahlar, su ile dökülür.
Böylece bütün [küçük] günahlardan temizlenmiş olur.) [Müslim]
(Abdest için yüzünü
yıkayınca günahların kirpiklerinden dökülür. Ellerini yıkayınca el
tırnaklarından, başını meshedince başından, ayaklarını yıkayınca ayak
tırnaklarından günahların dökülür. Namazın sevabı yanına kalır.) [Ramuz]
(Abdestli iken abdest
alana on sevap verilir.) [İbni Mace]
(Kim, yatağa abdestli
yatarsa, o gece bir melek sabaha kadar "Ya Rabbi bu kulunu affet!"
diye dua eder.) [Hakim]
(Abdestli yatıp
Allah’ı anarak uyuyan, uyanana kadar namazda sayılır. Bir melek onun için
ibadet eder. Uyandığı zaman yine Allahı anarsa, o melek, bu kulun affı için
Allaha dua eder.) [İbni Hibban]
ORUÇ TUTMANIN ÖNEMİ
Rabbimiz'in Kuran ile insanlara bildirdiği tüm hükümlerinde olduğu gibi, orucun
da insanlar için çok fazla hayır ve hikmetleri vardır. Ramazan Ayı, iman
edenlerin bu hikmetleri görüp düşünmelerine ve bu şekilde imanda
derinleşmelerine vesile olmaktadır.
Oruç müminin kalbini uyanık tutar. Oruçlu bir kişi, bir müddet sonra açlık ve
susuzluk hisseder. Nefsi, yemeye ve içmeye meyleder. Fakat oruçlu olduğunun
şuurunda olması buna mani olur. Oruçlu kimse, nefsinin arzu ve isteklerine engel
olur. Bunu da Allah'ın emrini yerine getirmek için yapar. Böylece kalbi daima
uyanık olur, Allah'ın murakabesi altında olduğunun şuuruna varır ve daima
Allah'ı anmış olur. O'nun kudret ve azametini hisseder. Oruçlu olmak Allah için
yememenin ayrı bir haz olduğunu sezmemizi sağlar. Kulluğun amacı da her şeyi
Allah için yapmaktır. Oruç insanın gafletten uyanmasını, başıboş olmadığını
anlamasını ve Rabbini tanımasını sağlar.
Oruç, kişi iradesini iyiye ve güzele yönlendirme noktasında insana çok ciddi
destek ve katkılar sağlar. Faydalı ve güzel işleri yapmakta çok farklı bir şevk
ve heyecan duymaya başlayan insan, yavaş yavaş kötülüklerden nefret etmeye
başlar. Önemli olan Ramazandan sonra da aynı alışkanlıkları sürdürmek ve
bunları kalıcı hale getirmeye çalışmaktır. Oruç insanları ahlaklı ve edepli
yapmaya yöneltir. Elimize, dilimize ve belimize sahip olarak güzel bir ahlak
ile olgun insan olmanın yolunu açar. Oruç insanın manen yükselmesini sağlar, kişinin
iradesini güçlendirir ve ruhu kötülüklerden arındırır. Oruç insanı
terbiyeye yöneltir.
Allah'a teslim olmayı, kulluk etmeyi reddeden ve kendini özgür bilen insan
nefsi sınır tanımaz bir azgınlık içine girmeyi arzular. Oruç tutan insanlar
nefislerinin kendi üzerlerindeki etkisine şahit olurlar. Oruç insanlara
nefsinin gerçek mahiyetini gösterir. Kötülüğü, haddi aşmayı ve sınır çiğnemeyi
emreden nefislerini tanıma fırsatı bulmuş olurlar. Ancak tüm bunların yanında
onu nasıl dizginleyeceklerini nasıl söz geçireceklerini de öğrenirler. Oruç
insana kendi nefsine malik olmadığını, Allah'ın izni ve emri olmadan hiçbir şey
yapılamayacağını hatırlatır. Oruç sayesinde nefsin ne derece zayıf ve aciz
olduğu, sağlam sanılan vücudun ise, ne kadar dayanıksız bulunduğu ortaya çıkar. Bir aylık süre boyunca her yönden
Allah'a ne kadar muhtaç bir varlık olduklarını kavrar, kendi acizliklerine
bizzat tanık olurlar. Nefsinin gerçek mahiyetini bu şekilde görüp idrak eden
insan, artık başıboşluğu, nefsine itimat ve gururu bir tarafa bırakarak hakiki
vazifesi olan kulluk görevlerini düşünür, kötü ahlaktan ve günahlardan
vazgeçer.
Oruçlu kimse Allah için yemesini, içmesini ve şehevi arzularını terk
etme alışkanlığını kazanır ve yasak olan şeylere daha fazla meyli olan
nefsine sahip olur ve haram olan şeylerden kendisini uzak tutar. Oruç
insana nefsine hakim olmasını sağladığı için kişiyi güzel ahlaka yöneltecektir.
Bunun yanı sıra diğer ibadetleri yerine getirirken insanın nasıl bir nefsani
terbiye içinde olması gerektiği anlamış olunur. Bu kavrayış bir insanın bir
yandan kendi nefsini daha yakından ve tarafsız olarak tanımasını sağlarken,
diğer yandan da böyle bir eğitime ne kadar ihtiyacı olduğunu anlamasını sağlar.
Diğer yandan insan hayatının her alanında aldığı bu özel terbiyenin
nimetlerinden yararlanır. Çünkü nefsini terbiye etmiş -yani elindeki nimetlerin
Allah'a ait olduğunu ve acizliğini fark etmiş- bir insanın hayatında bir takım
değişiklikler meydana gelir. Böyle bir insanın dünya görüşü ve olaylar
karşısındaki tepkileri ve yorumları farklılaşır. İnsani yönü ön plana çıkar.
Allah'ın nimetleri olmadan yaşamanın imkansız olduğunu, açlığı yaşamak
suretiyle uygulamalı olarak tespit etmiş bir kişinin bakış açısında çok olumlu
değişiklikler meydana gelir.
Oruç, Allah’ın nimetlerini hatırlamamızı sağlayıp, nimetlere şükretmemizi
sağlar. Çünkü her zaman yiyebilen insan, oruç tutmakla: "Bu nimetler benim
mülküm değil, ben bunları yiyip içmekte hür değilim, başkasının malıdırlar,
yemek için O'nun emrini bekliyorum" demiş ve manevi bir şükür yapmış olur.
Oruçlu kişi kendini denetim altına alır ve nefsine hakim olur. Bu sayede kişi
ahlaki olarak gelişmeye başlar. Böylece eline, diline ve beline sahip olur. Bu
da o kişiyi örnek insan mertebesine taşıyacaktır.
Allah’ın önem verdiği konulardan biri de müslümanların birbirlerine sevgi ve
merhamet göstermeleridir. Oruçlu olmak zengini fakirle beraber yaşamaya sevk
eden bir ibadettir. Elindeki imkanları kendi gücünden bilen bu nedenle de
zenginliğine ve imkanlarına güvenen bir insan oruç esnasında bu değerlerin bir
önemi olmadığını daha iyi anlar. Fakir bir insanla kendisi arasında gerçekte
hiçbir farkın olmadığını, elindeki imkanların gelip geçici olduğunu görmesini
sağlar. Zengin, açlığı tatmadıkça fakire gerektiği gibi yardım edemeyebilir.
Oruçlu olan kimse fakirlik ve yoksulluğun ne demek olduğunu bizzat
yaşayarak anlamış olur. Kendi durumunu da şükretmiş olur. Oruçlu olmak ihtiyaç
içinde olan insanların durumunu daha iyi kavrandığını sağladığı için bunun sonucu
olarak, şefkat, merhamet, başkalarına yardım etme ve insanlara faydalı
olma gibi yüce duygular kazandırır. Yardım etme isteği artmış olur.
İnsan cimrilikten uzaklaşmış olur. Birbirlerine yardım eden insan topluluğu
arasında çekişmeler olmaz. Toplum genel anlamda huzur ve merhamet verir ve
toplum birbirine daha faydalı olmaya çalışır. Peygamber Efendimiz şöyle
buyurmaktadır: “ Komşusu açken tok yatan bizden değildir.”
Oruçlu olan fakir bir insan da kendisinden daha fakir ve muhtaç olan başka bir
insanın durumunu anlamış olur. Kendi haline şükreder. Nimetler insana devamlı
verildikçe, nimetlerin değerini anlama ve Allah’a şükretme hassasiyeti
azalabilir. Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların
değerini daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana,
onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine veren
Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına
vesile olur.
Oruçlu kişi kutsal bir görevi yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşar. Bu sayede
insanın kalbi sevinç ve mutlulukla dolacaktır. Kalbi sevinç ve mutlulukla dolan
kişi ne yana dönerse orada Allah’ı görecektir. Allah’ın evrendeki tecellisini
seyredecektir. Gördüğü her nesne Allah’ı hatırlatacaktır. Allah şöyle
buyurmaktadır:
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi)
orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Bazı insanların çok yemek yeme, alkol ve sigara gibi zararlı alışkanlıkları
vardır. İnsanlar, bu alışkanlıklarından vazgeçemediklerini iddia
ederler ve kendilerince çeşitli mazeretler öne sürerler. Ama Ramazan
ayında oruç tutulduğunda bu alışkanlıklarına karşı direnirler ve sabrederler.
Kötü alışkanlıklarına mahkum olan bir kişiyi, belirli bir süre zarfında oruç
alıkoymuş olur. Bunun için de yılda bir ay bile olsa, alışageldiği hayat
düzeninin dışında bir programla oruç tutarak yaşamaya çalışan kişi, hayatta
karşılaşabileceği yeni durumlara hazır hale gelmek üzere tatbikat yapmaktadır.
Ramazan ayında Allah’ın emrine uyarak iradesine sahip olan bir kişi ramazan
ayından sonra da iradesine sahip olarak bu alışkanlıklarından
vazgeçebilir. Oruç insanlara kötü alışkanlıklarını bırakmada yardım eden bir
ibadettir.
Oruç tutan kişi, helal kazancın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Oruç tutmak
suretiyle aç ve susuz kalan kişi kul hakkının ne denli önemli olduğunu anlar.
Başkalarının büyük emek harcayarak elde ettiklerini haksız bir biçimde kendi
zimmetine geçirmekten uzak durur. Bilir ki, kendisi de benzer bir durumla
karşılaşabilir. Böylece kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına
yapmamak gerektiğini daha açık bir biçimde öğrenir.
Her kötülüğün başı, Allah’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir.
Halbuki oruç, bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir.
Bir ay boyunca devam eden bu manevi eğitim sonucu Allah korkusu kalplere iyice
yerleşir, bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak
her türlü kötülükten uzaklaşmış olur.Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden
korumakla kalmayacak, onu cehennem ateşinden de koruyacaktır. Çünkü, insanı
cehenneme sürükleyen kötülüklerdir, bunlardan uzaklaşan cehennemden de
uzaklaşmış demektir.
Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen,
çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ibadettir.
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Her kim yalan söylemeyi ve yalanla
iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer
vermez." Bu hadis-i şerifte, oruç tuttuğu halde kötü huyları
terketmeyenlerin oruçlarının kamil oruç olmayacağını bildirilmiştir.
Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde: "Çok oruç tutanlar var ki
onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet
edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur."
buyurmuştur. Bu kimseler, helal olan şeylerden uzaklaştıkları halde,
uzaklaşmaları gereken diğer haramlardan uzaklaşmadıkları için oruç ibadetinden
bekledikleri karşılığı tam bulamayacaklardır. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki,
orucun bir hikmeti de, insanı kötülüklerden uzaklaştırarak olgunlaştırmak,
ahlak ve fazilet sahibi olmasını sağlamaktır.
Oruç, baştan başa bir zikirdir. Ramazan Ayında farz olan orucu tutan bir
Müslüman, bir ay boyunca devamlı olarak Allah'ı zikir etmektedir. Gündüz,
oruçlu olduğunun şuuru içinde bulunduğu için daima Allah'ı hatırlar, oruç
bozacak işlerden kendisini korur, iftardan sonra; namaz ve benzeri ibadetlerle
meşgul olur ve yatarken sahura kalkmayı düşünür. Dolayısıyla oruç insana
Allah’ı sürekli hatırlatmasını sağlatır.
Oruç, görür gibi Allah'a inanmanın ve gerçek anlamda Allah'tan korkmayı sağlar.
Çünkü, oruçta kişi yalnız Allah'tan korkar, hiç kimsenin kendisini görmediği
zamanlarda orucunu bozmayan bir mümin, gerçekten Allah'tan korkan, Allah'ı
görür gibi ona inanan kişidir.
Oruç, müslümanı disipline sokar, müslümana zamanının önemini hatırlatır.
Allah’ın emrini yerine getirmek için gündüzleri bir ay oruç tutan bir
kişi, Allah’ın emirlerini yapmak itiyadını da kazanır. Böylelikle, Allah’ın
başka emirlerini yapmaya da alışkanlık peyda eder. Oruç kesintisiz bir ibadet
olduğu ve beşeri ihtiyaçlar sebebiyle devamlı olarak kendisini hatırlattığı
için kulun kendini Allah ile beraber, O'nun huzurunda, Allah'ı yanında
hissetmesi, böyle düşünmesi ve buna göre yaşamasını sağlar.
Oruçlu olan kimse belli bir zamana kadar bir şey yiyip içemeyeceği için sabır
göstermelidir. Bu sayede kişinin sabır göstermesi ilerlemiş olur. Sahip olduğu
helal şeylere oruçlu olduğu için el sürmeyen kimse, iradesine hakim olmuş,
nefsini zorluklara alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet kazanmış
olur. Böyle bir insan hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında
sarsılmaz, bunlara kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya ulaşır.
Acılı durumlar karşısında sabır göstererek soğukkanlılığını korur. Oruç tutan
kimse sabretme, sıkıntılara göğüs germe, açlığa susuzluğa dayanma
ve nefse hakim olma durumunu kazanır.
Oruç insanları doğruluğa, ihlasa, iyiliğe, nefis terbiyesine, merhamete
yöneltir. Nefsi sabır göstermeye, güçlük ve meşakkatlere katlanmaya,
karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve engelleri aşmak için gereken
dikkat ve metanete sevk eder. Oruç vücudun açlığa, susuzluğa karşı mukavemetini
de arttırır. İnsana dayanıklılık ve tahammül gücü kazandırır. Oruç çalışan
kimseler için sıhhat ve rahatlık kaynağıdır. Çünkü orucun verdiği hafiflik ve
rahatlık sayesinde iç organlarımız metanete sevk eder.
Midemiz, yiyecek ve içeceklerden uzak kaldığı gibi, dilimiz yalandan, ellerimiz
haram işlerden, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu
dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak oruçtan nasibini
almalıdır. Oruçludan beklenen budur.
Oruç tutan bir müslüman çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında helal
olan nimetlere elini sürmez, sabırla iftar vaktini bekler. Orucun müslümana
kazandırdığı bu irade terbiyesi, insanı nefsani arzuların esaretinden kurtarıp
adeta melekleştiren gerçek bir eğitimdir. Helal olan şeylere bile elini
sürmeyen bu oruçlu, nasıl olur da harama el uzatabilir. Vücudunun ihtiyacı olan
faydalı yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabilen bir mümin, nasıl olur
da içkileri kullanmaktan vazgeçmez. Oruç bize, belirli bir süre helal olan
şeylerden uzaklaşmakla haramlardan sakınmayı öğretir.
Oruç insanın ruh dünyasını tedavi ederek, psikolojik sıkıntı, bunalım ve
saplantıları ortadan kaldırır. Oruç, Allah'a kulluğun bir şuur ifadesidir.
Oruç, bir teslimiyettir. "Ey Rabbim! Sen istediğin için yemiyorum,
içmiyorum. İşte senin emrindeyim" demektir.
Oruç insanın kendi içinden gelen bazı olumsuz duygulara gem vurmasını öğretir.
İnsanı "aşağılık duygusu"ndan kurtarır, kendine güven duygusunu
arttırır. İftar davetleri ile dostluk, akrabalık bağları kuvvetlenir. Orucun
insan sağlığı bakımından da çok yararlı olduğu bilinen bir gerçektir.
Bu husus tıbben de kanıtlanmıştır.
Allah Kuran’da oruç
tutmayı emretmekte ve oruç tutamayanların ne yapması gerektiğini şöyle
bildirmektedir:
Ey iman edenler, sizden
öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı).
Umulur ki sakınırsınız. (Bakara Suresi, 183)
(Oruç) Sayılı
günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler
sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu
doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi
için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
(Bakara Suresi, 184)
Ramazan ayı...
İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran
apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu
aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı
günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk
dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına
karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara
Suresi, 185)
Allah Kuran’da oruç
tutanlar için müjde vermektedir :
Şüphesiz, Müslüman
erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden
(Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık
olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar,
sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç
tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar,
Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte)
bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab
Suresi, 35)
Peygamberimiz
Efendimiz orucun fazileti üzerinde çok fazla durmuş ve tüm detaylarıyla
bu ibadetin inceliklerini ümmetine anlatmıştır. Oruç ile ilgili
hadislerinde Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
"Ademoğlunun
her ameli katlanır. Bir iyilik yedi yüz misline kadar katlanabilir.
Yalnız oruç müstesna. Çünkü onun mükafatını Allah verecektir. Oruçlu
iken iki sevinç vardır. Birincisi iftar zamanının sevinci, diğeri
Rabbine ulaştığı zamanki sevinçtir." (Müslim)
Orucun diğer ibadetlerden
en büyük farkı gösteriş için yapma ihtimalinin çok az oluşudur. Bu
yüzden mümini riyaya sürükleme gibi bir tehlikesi yoktur. Resulullah
(sav) oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
Allah buyurmuştur
ki: "Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi
münasebetlerini bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya benim için yapılan
(riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükafatını doğrudan doğruya
ben veririm." (Buhari)
"Ramazan ayı
girdiğinde göklerin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapatılır
ve şeytan zincire vurulur. Orucu boşlama, çünkü onun dengi yoktur."
(Müslim)
"Cennette bir
kapı vardır ki buna reyyan derler. Kıyamet gününde buradan oruçlular
girecektir. Müteakiben bu kapı kapanacak başka kimse alınmayacaktır."
(Müslim)